İlk defa bir gezi yazısını, geziye çıkmadan yazmaya başlıyorum. Bakalım bu yazı nasıl gelişecek ben de merak ediyorum.
Üniversite yıllarında mecburi bir çok nükleer fizik dersleri ve laboratuvarları almış, nükleer fizik ile ilgili yapılan seminerlere katılmış ve tez konusu yapmış bir fizikçi olarak yıllardır planlarımda olan bir gezidir Çernobil gezisi.
Çernobil nükleer santrali hangi tür reaktörlerden oluşmakta? Kaza nasıl oldu? İnsan hatası ne kadar var? Kaza sonrası etkileri ne oldu? Nükleer enerji güvenli midir? Ve daha bir çok sorunun yanıtlarını yazacağım.
Başlamadan önce Alara RGD Genel Müdürü, Yük.Fizik Müh. Devrim DEMİRAĞ’a özel bir teşekkür etmek istiyorum.
Gezi boyunca yerli tasarım ve üretim olan ADA-2 alfa, beta, gama ölçeri kullanımıma verecekler ve ben de sizlere gezi boyunca ölçümler yaparak ileteceğim.
1.Bölüm Kısa Tarih
1934 yılında İtalyan Nobel ödüllü fizikçi Enrico Fermi’nin uranyum atomlarını nötron bombardımanına tutması sonucunda uranyumdan daha küçük atomların varlığı ve reaksiyon sonucu müthiş bir potansiyelin varlığını keşfi ile başladı herşey. Yaptığı bu çalışmalar sonucunda nötron bombardıman tekniği ve açığa çıkan uranyum ötesi elementlerin keşfi ile 1938 yılında Nobel ödülüne layık görüldü.
1942 yılına geldiğimizde günümüz nükleer santrallerin atası olan Chicago Pile-1 reaktörü kritik hale geldi. Bu yapay ve zincirleme reaksiyon ile kendi kendini sürdürebilen ilk nükleer reaktördü. Maalesef insanoğlu bu büyük gücü farklı amaçlar için kullanacak ve etkileri halen devam eden Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombasını da icat edecekti.
Peki neydi nükleer enerjiyi bu kadar cazip kılan? 1 uranyum atomunun bölünmesi sonucu ortaya çıkan enerji, 1 kömür atomunun yanması sonucu çıkan enerjiden 10.000.000 (on milyon) kat fazla olması sanırım yeterli bir yanıt olacaktır. Fakat 1979 yılına gelindiğinde ABD’deki Three Mile Island nükleer santralindeki hatalı bir vana nükleer enerjinin gerçek, korkutucu yüzünü gösterecekti. Bu kazadan sonra nükleer enerji artık sorgulanmaya başlanmıştı.
2. Bölüm Nükleer Reaktör Tipleri
Reaktörler soğutma sistemine göre sıralanır.
1. CANDU(Kanada Basınçlı, Ağır Sulu, Doğal Uranyum Reaktörü)
2. BWR (Kaynar Su Reaktörü )
3. HTGR (Yüksek Sıcaklıklı Gaz Grafit Reaktörü)
4. PWR (Basınçlı Su Reaktörü ) Sinop’ta kurulacak reaktör tipidir.
5. WWER ( Rus tipi PWR reaktörü) Mersin Akkuyu’da kurulacak reaktör tipidir.
Dünyadaki nükleer santrallerin %50’den fazlası PWR tipi santrallerdir. %20 lik oranla BWR tipi santral gelmektedir. Birbirlerine karşı avantaj ve dezavantajları olan bu tipler sürekli geliştirilmektedir.
3. Bölüm Birimler
Yazının ilerleyen bölümlerinde bu nedir dememek için kısa da olsa birimlerden bahsetmek istiyorum.
Aktivite birimi olarak Curie (Ci) ve Becquerel (Bq).
SI birim sisteminde Bq kullanmaktayız. 1 Bq; 1 atom çekirdeğinin 1 saniyede bozunmasıdır.
Ci ye çevirecek olursak 1Ci =3.7×1010 Bq
Işınlanma birimi olarak SI sistemde Coulomb/kg ( C/kg ) kullanılırken özel birim olarak Röntgen (R) kullanılmaktadır.
Röntgen; normal koşullarda havanın 1Kg’sinde 2.58×10-4 C lik elektrik yükü değerinde + ve – iyonlar oluşturabilen X ve Gama ışını miktarıdır.
1 R = 2.58×10-4 C / kg
1 C/kg = 3.88×103 R
Soğrulma doz birimi olarak SI sistem Gray (Gy) kullanılırken özel birim olarak Rad kullanılmaktadır.
Soğurulan enerji parçacık ve foton olabilir. Işınlanan maddenin 1Kg’sine 10-4 joule’lük enerji veren radyasyon miktarıdır
1 Rad =10-4 Gy
1 Gy = 100 Rad
Doz eşdeğer birimi olarak SI sistemde Sievert (Sv) kullanılırken özel birim olarak Rem kullanılmaktadır.
Rem = Soğurulan doz x faktörler
Sievert; 1Gy lik X ve Gama ışını ile benzer biyolojik etki meydana getiren radyasyon miktarıdır.
Farklı kaynaklardan soğurulan enerjiler eşit bile olsa meydana getirdikleri biyolojik etkiler farklıdır.
1 Rem =10-2 Sv
1 Sv = 100 Rem = 1 J/Kg
Evet sıkıldınız farkındayım.
4.Bölüm Günlük Hayatta Ne Kadar Radyasyona Maruz Kalıyoruz?
Aslına bakarsanız etrafımız radyasyon kaynakları ile dolu ve bunların neredeyse tamamı doğal radyasyon kaynakları.
1 yıl boyunca Türkiye’de ortalama 2.4 mSv doğal radyasyon alıyorsunuz. Ama doktora gittiniz ve size dediki, şu şu tetkikleri yaptırın bir de içimizde şüphe kalmasın CT çekelim. İşte bir kere CT aletine girdiğinizde yaklaşık olarak 10 mSv lik radyasyonu almaya hak kazanıyorsunuz.
O çok korktuğumuz nükleer santral çevresinde eviniz varsa 1 yılda yaklaşık 0.01 mSv den daha az radyasyona maruz kalıyorsunuz bir başka değişle 1000 yıl boyunca maruz kaldığınız radyasyon 1 defa CT çektirmekle aynı.
Başka bir örnek vereyim bu pek bilinmez. Uçak yolculuğu. İstanbuldan New York’a gittiniz geldiniz. Maruz kaldığınız radyasyon miktarı yaklaşık olarak 1.5 mSv.
5. Bölüm Dünyada Ne Kadar Nükleer Santral Var?
Dünyadaki nükleer santrallerin sayısından önce bilmemiz gerken bir şey daha var. Hangi amaca hizmet ediyor?
Dünya üzerindeki reaktörlerin büyük bir çoğunluğu elektrik enerjisi üretmek için kurulmuştur, bununla birlikte üniversitelerin araştırma reaktörleri, tıbbi cihazlar için zenginleştirme reaktörleri ve son olarak devasa uçak gemileri ve deniz altılara güç veren yüzen reaktörler.
Nükleer reaktör sayılarını yazarken inşaası devam eden santralleri de yazmamız gerekli.
Ülkeler | İşletmedeki Nükleer Santral Sayısı | İnşaat Aşamasındaki Santral Sayısı | Elektrik Üretiminde Nükleer Enerjinin Payı (yüzde) |
ABD | 99 | 5 | 19,5 |
Fransa | 58 | 1 | 76,9 |
Japonya | 48 | 2 | 1,7 |
Rusya | 34 | 9 | 17,5 |
Güney Kore | 24 | 4 | 27,6 |
Çin | 27 | 24 | 2,1 |
Hindistan | 21 | 6 | 3,5 |
Kanada | 19 | – | 15,9 |
İngiltere | 16 | – | 18,3 |
Ukrayna | 15 | 2 | 43,6 |
İsveç | 10 | – | 42,7 |
Almanya | 9 | – | 15,5 |
İspanya | 7 | – | 19,7 |
Belçika | 7 | – | 52,1 |
Çek Cumhuriyet | 6 | – | 36,4 |
Tayvan | 6 | 2 | 18,4 |
İsviçre | 5 | – | 36,4 |
Finlandiya | 4 | 1 | 33,3 |
Macaristan | 4 | – | 50,7 |
Slovakya | 4 | 2 | 51,7 |
Pakistan | 3 | 2 | 4,4 |
Arjantin | 3 | 1 | 4,4 |
Brezilya | 2 | 1 | 2,8 |
Bulgaristan | 2 | – | 30,7 |
Meksika | 2 | – | 4,6 |
Romanya | 2 | – | 19,8 |
Güney Afrika | 2 | – | 5,7 |
Ermenistan | 1 | – | 29,2 |
İran | 1 | – | 1,5 |
Hollanda | 1 | – | 2,8 |
Slovenya | 1 | – | 33,6 |
Birleşik Arap Emirliği | – | 3 | – |
Beyaz Rusya | – | 2 | – |
TOPLAM | 443 | 66 | 11 (ortalama) |
Bir de harita üzerinde bakalım. Komşumuz Avrupaya özellikle dikkat etmenizi istiyorum ve kuzeyimizdeki Rusyaya.
6. Bölüm Türkiye’de Nükleer Enerji Tarihi
Her ne kadar 2010 yılında Rusya ile ihale imzalansa da nükleer enerjini tarihi 1956 yılında Atom Enerjisi Komisyonunun kurulması ile başlayıp 1976 yılında Akkuyu sahasının yer lisansının onaylanmasına kadar devam ediyor. Günümüze doğru gelirken 1977 – 1979 , 1983 – 1985 ve 1996 – 2000 yılları arasında defalarca ihaleler açılıp iptal ve ertelemelerle geçen bir süreç yaşıyoruz. Son olarak 2013 te Japonya ile ikinci nükleer santral ihalesi imzalanarak süreç hızlanıyor.
7. Bölüm Türkiye’de Nükleer Reaktör Var mı?
6. bölümde de yazdığım gibi 1956 yılında yani dünya ile hemen hemen aynı anda başlayan nükleer enerji furyasından Türkiye de nasibini alıyor. Hem eleman yetiştirme hem de araştırma amacıyla 1962’de İstanbul’da Küçükçekmece gölü kıyısında 1 MW’lık TR-1 araştırma reaktörü kuruluyor daha sonra 1980’lere gelindiğinde bu reaktörün gücü 5 MW’a çıkarılıyor (TR-2).
Bir diğer reaktör ise İTÜ TRIGA Mark II Araştırma ve Eğitim Reaktörüdür.
Yani ülkemizde 3 adet nükleer reaktör bulunmaktadır.
8. Bölüm Deniz Hoca’nın En Sevdiği Renk Hangisidir?
Tabiki tartışmasız Cherenkov mavisi
9. Bölüm Nükleer Atıklar
Nükleer atık dediğimde aklımıza sadece reaktörlerden çıkan ürünler gelmesin. Tıbbi cihazlarda ömrünü tamamlamış ürünlerden tutun da üniversite ve özel sektörde araştırma için kullanılan radyoaktif ürünlere kadar bir çok çeşit atık mevcut. Tüm bunlarUluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın yönetmeliklerine göre muhafaza edilmekte yada tekrar işlenerek kullanılmaktadır. Dikkat ettiyseniz imha edilir kesinlikle demiyorum.
Reaktörlerden çıkan atıklar ise genelde yine reaktör içinde kurulu soğutma havuzlarında muhafaza edilmekte, çevre ve doğa ile teması sağlanmamaktadır. Yine Avrupada bir çok nükleer enerjiden faydalanan ülkeler atıklarını yer altında muhafaza edecek projeler yapmaktadır.
10. Bölüm Türkiye İçin Nükleer Enerji Gerekli mi?
Ülkemizin enerji kaynakları kısıtılı olduğu gibi geçmişte ve günümüzde maalesef plansız programsız yada günü kurtarmaya yönelik planlar uygulandığı için enerji ihtiyacı her geçen gün artarak daha da dışa bağımlı hale gelmektedir.
Yenilenebilir enerji kaynakları kurulumu için harika bir coğrafyaya sahibiz. Rüzgar ve güneş ışığından bizim kadar çok faydalanabilecek ülke sayısı çok az. Tüm bunlara ek; şu an güneş enerjisi teknolojisi büyük bir hızla ilerliyor, bugün 1 Kw/h enerji elde etmek için gerekli güneş panellerinin alanı ile 10 yıl sonra gerekli alan çok daha az olacaktır.
Ve bir fizikçi olarak nükleer enerjiye karşı değilim, santrallerin kurulmasına da karşı değilim tek bir şartla o da bu santralleri yönetecek olan kişiler, çalışanlar, çalışma esnasında karar alacak kişilerin fizikçi ve yeterli teknik eğitimi almış teknikerlerin olması.
5.bölümde bir harita yayınladım. Avrupa’da ve kuzeyimiz Rusya’da ki nükleer santralleri gösteren bir harita. Bilmenizi isterim ki buradaki santrallerin bir çoğu eski teknoloji ile üretilmiş ve her hangi bir kazada ülkemiz en fazla etkilenecek ülkeler arasında.
Türkiye’de kurulacak iki santral de mevcut en yüksek teknolojiye sahip olacak santraller. Doğal afet, yapısal – üretimsel kusurların ortaya çıkaracağı tehlike en düşük seviyede. Sorun nerede arz ediyor derseniz daha önce de belirttiğim gibi nasıl ve kimler tarafından yönetileceği, kararların kimler tarafından alınacağı, her hangi bir problemde karar merci kimin olacağı.
11.Bölüm Çernobil Nükleer Santralinde Ne Oldu?
Çernobildeki nükleer kaza en başta ölüm ve ardından da bir dizi radyasyona bağlı hastalıklar getirdi.
Bununla birlikte nükleer enerji ile ilgili soruları da..
Çernobildeki kaza aynı zamanda Sovyet kominist rejimin parçalanmasındaki ilk adım olarak da tarihlere not düşüldü.
26 Nisan 1986 Pripyat Çernobil
00:23 – 01:23
Pripyat Çernobilden 1.5Km uzaklıkta santral çalışanlarının yaşadığı yerleşim alanıdır. Nükleer mühendislik çok prestijli bir meslektir. İyi kazanırlar ve Pripyatta yaşayan aileler çok üst düzey bir yaşam sürmektedirler.
Baş aktörler.
Leonid Toptunov – Baş kontrol mühendisi
Aleksandr Akimov – Usta başı
Anatoly Dyatlov – Yardımcı şef mühendis
ve 4.numaralı reaktör
Güvenlik testi için tüm kadro tamam.
Yapılması planlanan test, Rus atom enerjisi kurumu tarafından, ABD ile içinde bulunulan soğuk savaş korkusundan dolayı yapılması istenmişti.
Test 700 – 1000 MegaWatt seviyelerinde yapılması gerekirken Dyatlov enerjinin daha da düşürülmesi için Toptunov’a emir verdi.
Çernobilde saklanan iki ölümcül sır vardı. Reaktörün tasarımındaki yapısal hata, düşük enerjide dengesizleşmesi ve kontrolden çıkması.
Diğeri ise Dytalov. Geçmişi, kariyeri ve yaşadıkları. Sibiryada denizaltılara nükleer reaktör yerleştiren Dyatlov kendi hatası olmayan bir kaza yaşamış ve 3 ömürlük radyasyona maruz kalmıştı. Oğlu ise radyasyon nedeniyle çocuklarda görülen lösemiden dolayı ölmüştü.
Gecenin yarısı reaktör tamamen durdu. İşte burada Dyatlov ilerleyen dakikalarda reaktörü felakete sürükleyecek kararını teknisyenlere iletti. Kontrol çubuklarını çekin.
Kontrol çubukları bir reaktörün çalışmasını hızlandıran ve yavaşlatan en önemli elemanlardır. Reaktör kapağının altında çekirdeğe inen kontrol çubukları bulunur. Bu çubuklar yukarı doğru çekilirse zincirleme reaksiyon hızlanır, tersinde ise yavaşlar. Eğer kontrol çubukları tam olarak çıkartılırsa reaktör kontrol edilemeyecek şekilde enerji üretmeye başlar.
Emir personel tarafından sorgulansa da o gece patron olan Dyatlov’a dinletemediler. Kontrol çubukları çekilmeye başlanmıştı. Kısa sürede enerji artışı sağlandı. Fakat reaktör çekirdeğinin aşağısında sensörler tarafından veri alınamayan bir bölge vardı.
Dyatlov’un insiyatifi olan 200MegaWatt seviyesine gelinmiş ve test artık başlamak üzereydi. Reaktöre enerji veren tribün kapatılacak dolaysıyla dizel jeneratörler devreye girecekti, kapatılma ve yedek jeneratörün devreye girmesi arasında 1 dakikadan az bir zaman vardı. Amaç; geçecek bu süre zarfında su pompaları acaba reaktörü soğutabilecek miydi? Tribünün kapatılmasından sonra çekirdeğe daha az miktarda su pompalanmaya başladı. Az su daha çok buhar çıkaracaktı. Basınç gittikçe sorunlu bölgeyi etkisi altına almaya başlayacaktı ve pompa odasına kadar ulaşacaktı. Basınç o kadar çok fazlaydı ki, reaktör kapağını yerinden oynatmaya başlamıştı bile. Zincirleme reaksiyon hızlanmış, enerji üretimi artmıştı. Prosedüre göre yapılması gereken şey, kontrol çubuklarını tekrar içeri sokmaktı. Prosedüre uyuldu.
Bor çubukları grafit ile kaplıdır, içeri sokulmaya başlandığında beklendiği gibi gücü düşürmek yerine arttırmaya başlamıştı. Artık her şey kontrolden çıkmıştı. Reaktörün sorunlu bölgesi buhar basıncı içermiyordu, elliden fazla kontrol ve yakıt çubuğu kırıldı. Reaktör artık emniyet sibobu olmayan bir düdüklü tencereden farklı değildi. Artan basınç yüzünden patlama gerçekleşti.500 tonluk güvenlik kapağı yerinden fırlayarak havayı içeri çekti. İlk patlamadan saniyeler sonra daha büyük bir patlama gerçekleşti. Böylece Hiroşimaya atılan bombadan 10 kat daha fazla radyoaktif element atmosfere yayılarak Avrupaya doğru yola çıkmaya başlamıştı bile.
Ertesi gün hemen Pripyat’ta yaşayan 135.000 kişinin civar şehirlere bir hafta sürecek nakil işlemleri başladı. 30Km çapında yaşam ve zaman durmuştu.
Kazanın ardından kuzey yarım kürede bulunan hemen hemen her ülkede radyoaktif kirlilikten etkilendi. Ama meteorolojik olaylar nedeni ile bazı ülkeler çok daha fazla.
Çernobilden atmosfere yayılan radyoaktif izotoplar 160 bin kilometre kare toprağı kirletti. Avrupanın tamamını etkileyen kaza, Çin, ABD, Kanada hatta Japonya da bile etkisini gösterdi.
Bu korkunç kazaya rağmen Çernobilin diğer reaktörleri çalışmaya devam etti. 1991 yılında 2 numaralı reaktörde çıkan yangın ve 2000 yılındaki şiddetli yağışlar nedeniyle su basması yaşanan 3 nolu reaktör tamamen kapatıldı.
Peki aradan geçen 31 yıl sonra bölge ne durumda? İşte bunun için aldım başımı gidiyorum. Fakat gitmeden önce son bir başlık daha açıp sizleri şaşırtacak şeyler yazacağım.
12. Gezi Yazısından Önce Son Not
Bugün 31 yıl önce meydana gelen kaza sonrası yerleşime kapatılan bölgeyi ziyaret ettiğinizde gözleriniz burada bir nükleer felaket yaşandığına inanmayacaktır. Bizim için uzun ama dünya için kısa bir süre olan 31 yılın ardından doğal yaşam çevreyi çepeçevre sarmış durumda. Burada size radyoaktiviteyi hatırlatacak tek şey varsa elinizdeki Geiger sayacındaki rakamlar olacaktır. Aslına bakarsanız bu bölge bilim insanları için tam bir açık hava laboratuvarı. Radyoaktivitenin hayvanlar, bitkiler ve dolaysıyla ekosistem üzerindeki etkileri muhteşem bir şekilde gözlenebilmekte.
Yasak bölgenin insandan arındırılmış olması, avlanmanın olmaması, zirai ilaçlamanın yapılmaması, evsel atıkların olmayışı yaban hayvan popülasyonunda ciddi bir artış göstermiş, görece daha az radyasyonlu yada tertemiz topraklardaki popülasyona nazaran daha hızlı bir artış gözlenmiştir. Bölgede çalışmalar yapan bilim insanları da ikiye bölünmüş durumda, bir kısmı radyasyonun ciddi anlamda biyolojik etkisi olmadığını savunurken diğer taraf ise flora ve fauna üzerinde yıkıcı etkilerin olduğunu savunmakta.
Portsmouth Üniversitesinden Jim Smith ve ekibi 2008 – 2010 yılları arasında Polessye Devlet Radyolojik Koruma Alanı’nda ve Beyaz Rusya’nın çeşitli bölgelerinde kapsamlı bir araştırma yaptılar. Bölgedeki karaca, Kanada geyiği, yaban domuzu ve kurtlar üzerinde yaptıkları çalışmada sonuçlar gerçekten çok ilginç ve bir o kadar da ders niteliğinde. Araştırmacılar 315Km uzunluğundaki hayvanların kış rotalarında karda bıraktıkları izleri incelediler. Daha sonra araştırmacılar Beyaz Rusya’da bulanan benzer büyüklükte ve kirlenmemiş hatta doğal koruma alanı olan bölgede 2005 – 2010 arasında aynı yöntemi kullanarak incelemelerde bulundular. Sonuç; Çernobil çevresinde bulunan hayvanların birim yoğunluğu, korunan diğer alanlardaki hayvan yoğunluğu ile aynı hatta biraz daha fazla olduğunu gözlemlediler.
Smith ve ekibinin yaptığı bu çalışma sonucu radyasyonun doğal yaşam üzerindeki etkisisinin insan varlığı kadar yıkıcı olmadığını gözler önüne sermekte.
13. Haydi Çernobile Gidiyoruz.
Fizik bölümünü okurken hocalarımıza Çernobil hakkında sorular sorarak dersi kaynatsak da hepimiz burada neler olduğunu bizzat Çernobile giderek görmeyi çok isterdik. Tabiki ben de..
Geçen sene Bilim Teknik Dergisinin Temmuz 2016 sayısı elime geçince çok heyecanlandım. Yıllardır Çernobil’i görme hayali tekrar depreşti bende. Hemen Çernobil gezilerini araştırmaya başladım ve bu işi en güzel yapan Solo East Travel firmasını buldum. Hemen sık kullanılanlara ekledim. Amacım kazanın yıl dönümü Nisan ayında ziyaret etmekti fakat araya kaçırdığımda tekrar olmayacak bir Küba seyahati girince bir kaç ay daha ertelemek zorunda kaldım.
27 Ağustos tarihi için Solo East Travel’dan yerimi ayırttım. Güvenle internet üzerinden kredi kartınızı kullanarak ödeme yapabilirsiniz bununla birlikte e-posta ile kafama takılan bir çok soruyu sordum ve hızlı bir şekilde sorularımı yanıtladılar.
Gideceğiniz tarihe göre fiyatlar değişiyor. Benim şansıma en düşük fiyat olan 79$ denk geldi. Hemen ardından 23 – 28 Ağustos tarihleri için Pegasus’dan İstanbul – Lviv, dönüş için ise Kiev – İstanbul (Ankara aktarmalı) biletimi kestirdim.
Lviv – Kiev arasını da yaklaşık 13 saat süren yataklı trende uyuyarak geçirdim.
Trenden saat 10:30 sularında inip Uber den araç çağırarak otelime gittim. Bu arada Ukrayna’ya gidiyorsanız mutlaka Uber uygulamasını kullanın. Taksinin 200 UAH istediği mesafeye Uber ile 50-60 UAH gibi fiyatlara gidebiliyorsunuz. Otel check-in saati 14:00 olduğu için baya bir vaktim vardı ve ilk iş olarak Çernobil müzesine gitmek oldu. Burada kaza sonrası kurtarma çalışmalarında hayatlarını kaybeden binlerce insanın anısına onların eşyaları, fotoğrafları ve daha bir çok değerli eşya sergilenmektedir.
Çernobile gitmeden önce yada geziye başlamadan önce firmadan 10$ karşılığında bir Geiger sayacı kiralayabiliyorsunuz. Kiraladıkları sayaç sadece en tehlikeli ışıma olan gamayı ölçüyor.
İnternette kısa bir araştırma sonrası Alara RGD firmasının tasarlayıp ürettiği ADA-2 el tipi Geiger sayacını gördüm. Firmaya mail atıp yapacağım gezi için bana cihazı verip veremeyeceğimi sordum ve olumlu yanıt firma genel müdürü Devrim beyden kısa sürede geldi. Cihaz alfa – beta – gama ve X-Işınlarını ölçebilen bir cihaz. Gezi boyunca rehberlerin ve diğer ziyaretçilerin büyük ilgisini çekti zira kiraladıkları cihaz yukarıda da belirttiğim gibi sadece gama dedektörüydü ve ADA-2 kadar hassas ölçüm yapamıyordu.
Nihayet gezi günü geldi. Sabah 08.00’da Kozatskiy otelin önünde buluşulacak ve 08:15’de yaklaşık 160Km lik bir yola çıkılacaktı. Güvenlik gereği uzun kollu bir gömlek ve pantolon giyerek otelimden ayrıldım. Buluşma noktasına geldim. Rehberlerimiz Nadia ve Timur. Timur ismini görünce ilk başta Türk sandım fakat Ukrayna’lı olduğunu öğrenmem uzun sürmedi.
Pasaport kontrolü (pasaportunuz yoksa bölgeye giremezsiniz) ve bileğimize takılan bir banttan sonra (sigorta yapıldığına dair bir işaret) araçta yerimi aldım. Yanıma şans eseri Tokyolu Tosi oturdu. Yolculuk esnasında bol bol konuşarak başını ağrıttım. Hatta Japonca şeker kız Candy şarkısını bile söyledim.
Birinci kontrol noktası öncesi benzinlikte ihtiyaç molası verdik. Yaptığım ilk iş Geiger sayacım ile ölçüm almak oldu. Radyasyon miktarı aynı Kiev merkezde olduğu gibi dünya ortalaması civarında 0.25 μSv/h olarak kaydettim.
Ve sonunda kontrol noktasına gelebildik. Dityaki.
Kontrol noktasında daha önceden hazırlanmış listeler kontrol ediliyor ve listedeki isimler çağrılıp pasaport eşleşmesi yapıldıktan sonra geçişe izin veriliyor. Burası aynı zamanda son kontrol noktası. Yazının sonuna doğru biraz daha detay vereceğim.
Bu kontrol noktasını geçtikten sonra rehberimiz Nadia araç içinde uzun bir metin okudu. Kısaca bölgede başımıza gelebilecek her türlü musibetten tek sorumlu ziyaretçidir diye kağıtlara imza attık.
Yol boyunca sık sık durup, terkedilmiş evleri, okulları, marketleri gezip fotoğraf çekebiliyorsunuz.
Reaktörlere yaklaştıkça radyasyon seviyesi de git gide artmaya başlıyor fakat halen tehlike sınırlarının çok ötesindeyiz. Rehberlerimiz sürekli hem araç içinde hem de dışında güzel bilgiler veriyorlar. Bu arada araçtan her inip binildiğinde sayım yapılıyor ve her zaman tek eksik rehberimiz Nadia çıkıyor. Çünkü o bir hayvan sever ve her turda yanına onlar için yiyecek getirip besliyor bazen de ortadan kaybolabiliyor. Eğer Nadia araç içindeyse Timur saymaya bile gerek duymuyordu.
Saat 13:00 olmadan öğlen yemeğimizi yiyeceğimiz yere ulaşıyoruz. Burası iki katlı bir yer. Alt kat yemekhane üst kat ise hostel otel karışımı bir yer. Sabah araca ilk bindiğimizde rehberimiz Nadia yemek tercihlerimiz sordu. Vejeteryanlara bordo ve domuz yemek istemeyenlerede turuncu bir fiş verildi. Bu fişleri masaya koyuyorsunuz ve servis yapan görevliler sizin ne tür yemek tercih ettiğinizi sormadan yemeğinizi getiriyor.
Yemeği Tel Aviv ve Brüksel’li arkadaşlarımla aynı masada yedik.
Gördüğünüz gibi çorbamızdan salatamıza, vişne suyumuza, ekmeğe suya kadar her şeyimiz var. Benim yemek diğer arkadaşlardan biraz geç geldiği için onlar benden önce bitirdiler. Baktım ikisi de kalkmıyor beni bekliyor. Lütfen siz kalkın dedim, Tel Aviv’li arkadaş “olmaz, beraber oturduk beraber kalkacağız” dedi ve benim yemeği bitirmemi beklediler. Bu arada Geiger sayacım sürekli yanımda ve açık. Yemek yediğimiz yerdeki radyasyon miktarı İstanbuldan pek de farklı değildi.
Yemeklerimiz bittikten sonra Nadia tavuk artıklarını köpekler için, Timur da ekmekleri reaktörün yapay soğutma kanallarında yaşayan kedi balıklarını beslemek için poşetlere doldurdu.
Artık yavaş yavaş 4 numaralı reaktöre doğru yaklaşmıştık ama yolumuzda tur programına dahil olmayan bir yer vardı.
DUGA. Amerikalıların tabiriyle Rus ağaçkakanı.
Buraya tıklayarak DUGA’nın çıkardığı sesi ve neden ağaçkakan dendiğini anlayabilirsiniz.
DUGA soğuk savaş yıllarında Rusların ABD’den fırlatılacak füzeleri tespit etmesi amacıyla kurulmuş çok büyük bir radar sistemi. Tesbit edilmesi gereken füze mesafesi kıtalar arası olduğu için çok güçlü bir radar olması gerekliydi. Mevcut radarlar ufka kadar tarayabiliyorken DUGA gönderdiği sinyaller iyonesferden yansıyıp hedefe ulaşıyor ve tekrar iyonesfer üzerinden sekip çıktığı yere gelmesi gerekiyor. Sinyal Çernobilden çıkıyor, iyonesfere çarpıyor, oradan hedefe ulaşıp tekrar iyonosfer üzerinden yansıyıp radara geri geliyor. Gözünüzde canlandırabildiniz mi bilmiyorum ama bir ark yapıyor. İşte radarın adı da buradan geliyor.
DUGA = ARK
Tabi tüm bunları yaparken gönderdiği sinyallerin kaybolmaması yada sektiği hedef tarafından soğrulmaması gerektiği için çok yüksek enerjilere ihtiyaç duyuyordu. Ne kadar yüksek? 10MW kadar. Bu kadar yüksek enerji de nereden sağlanır? Tabi ki bir nükleer santralden. Çernobilden.
Daha sonraki yıllarda uydu teknolojisinin gelişmesi ile yüksek enerji ve insan gücü gereksinimin maliyeti DUGA’nın 1989 yılında şalter indirmesine neden olmuştur. Şimdi orada biz turitstler için gezmesi, görmesi ve şuan yaptığım gibi yazması güzel bir obje.
DUGA’ya tırmanmayı çok istiyordum fakat kötü kalpli rehberimiz Nadia yasak olduğunu söyledi. Daha güzel fotoğraflar çekebilirdim izin verselerdi. Bu arada ilginç bir bilgi vereyim, yukarı çıkma rekoru 17 dakika. İzin verseler 15, bilemediniz 16 dakika ile rekoru kırabilirdim. Kısmet dedik yolumuza devam ettik.
Reaktörlerin olduğu bölgeye gittikçe yaklaşıyorduk. Son olarak bir anaokulunu ziyaret ettik. Tabi terkedilmiş binada turistler, özellikle de fotoğrafçılar için güzel malzemeler bırakılmış. Mesela aşağıdaki bebeğin 31 sene öncesinden kalmadığını herkes biliyor. Doğallığı bozuyor mu? Asla. Eminim ki burası terk edildikten sonra bu ve bunun gibi onlarca oyuncak etraftaydı.
Son fotoğrafta gördüğünüz tabela aslında bir hot point, yani tabelanın olduğu bölgede ciddi anlamda yüksek radyasyon olduğunu işaret ediyor. Tabi bu da ellerinde Geiger olan turistler için büyük bir olanak. Geiger ile ölçüm alıp şaşırmayı çok seviyorlar.
Ben de tam bu noktada ölçüm aldım. Ekrandaki değer 19.98 μSv/h yani İstanbulda ölçtüğüm değerden tam 100 kat fazla.
Peki hiç korkmadın mı burada dolaşırken, hele sol taraftaki fotoğraf? Bu soruları çok işiteceğim için şimdiden yazayım istedim. Çernobil turu esnasında maruz kaldığım radyasyon miktarı ki ben bütün hot pointlerde ciddi vakit harcadım ölçüm almak, video ve fotoğraf çekmek için, sadece 0.012mSv. Başka şekilde ifade edeyim. Eğer Türkiye’de bir yıl boyunca hiç uçağa binmezsem, hastanelerde röntgen, tomografi vs çektirmeyip hatta hiç muz yemezsem maruz kalacağım radyasyon miktarı yıllık 2.4 mSv. Bu da günlük 0.006msV yapar ki ben 2 günde almam gereken radyasyonu 1 günde aldım.
İnsan vücudu harika bir şekilde tehlikelerden kendini korumak için savunma sistemleri ile donatılmıştır ama radyasyon hariç. Örneğin bir soba yanıyor, siz bunu görüyorsunuz, yaklaştıkça hissediyorsunuz ve biliyorsunuz ki sobaya sarılıp öpücük kondurursanız ciddi anlamda canınız yanacak belki de öleceksiniz. Fakat radyasyon için aynı şeyi söyleyemeyiz. Varlığını göremiyor, hissedemiyor dolaysıyla da önlem alamıyoruz.
Yorulmak yok, gezmeye devam. Kaç kere otobüsten indik, ne kadar yürüdük bilmiyorum. Ama artık reaktörü görmek için sabırsızlanmaya başlıyorumdum ki rehberimiz Timur’un sesi otobüsün hoparlöründen duyuldu “şimdi de kazanın olduğu 4 numaralı reaktöre gidiyoruz”
İlk önce reaktöre uzaktan yaklaşıyoruz.
Bölge kuzey yarım kürenin kuzeyinde yer almakta kış aylarında burası -35 ºC ve aşağılarında olduğu için diğer su kaynakları donarken bu kanallar asla donmamakta hatta bu su Pripyat ve çevresindeki yerleşim alanlarındaki binaların ısıtılması için de kullanılmaktaydı. Bu durum en çok da kedi balıklarının hoşuna gidiyordu. Kedi balıkları için bir başka güzel şey ise bölgede avlanmanın kesinlikle yasak olması. Bir de bu canlıların 100 sene kadar yaşadığını eklersek, kanalda devasa kedi balıklarına rastlamak mümkün.
4 numaralı reaktörün hemen sağ tarafına doğru başınızı çevirdiğinizde 5 numaralı reaktör inşaatını görebilirsiniz.
1986 da yaşanan kazadan sonra 5 ve 6 numaralı reaktörlerin inşaatına devam edilmedi. İnşaat firması kule vinçlerini dahi sökmeden bölgeyi terk etti.
Eğer bu kaza yaşanmasaydı ne olacaktı?
Nükleer santral kurmak için iki önemli şart vardır. Birincisi deprem bölgesinden uzak olması, ikincisi ise yeterli miktarda soğutma suyu kaynağının olması. Çernobil bölgesi ise bu şartları yerine getiren bir bölge ve topraklar verimli olmadığı için kolay bir şekilde tarım yapılamamakta. Sovyetler bu avantajı değerlendirmek istediler ve bu gölgeye tam olarak oniki adet reaktör yapılmasını planlamıştı. Eğer bu gerçekleşseydi dünyanın en büyük nükleer güç santrali burnumuzun dibinde olacaktı.
Nedense tam da burada fotoğraf ve video çekimi yasak dendi. Hatta rehberimiz eğer görüntü kaydı yapıldığı tesbit edilirse cihazlara el konulacağını söyledi. Umursadım mı? Tabiki hayır. Fotoğraf ve video çekmeye devam ettim.
Nasıl yani, kardeşim yasak diyorlar, uyarıyorlar seni kalkıp niye fotoğraf çekiyorsun diyebilirsiniz. Ben burada öncelikle bir fizikçi olarak daha sonra da fotoğrafçı olarak bulunuyordum. Burada fotoğrafı sanat için değil aslında fotoğrafın gerçek amacı olan belgecilik için bulunuyordum. Tabiki yasaklara uymayacaktım. Uymadım da.
Tekrar otobüse bindik. Bu sefer 4 numaralı reaktöre 250m kadar yaklaşacaktık ve görüntü kaydı serbest olacaktı.
En çok merak ettiğim şey ise 250m mesafede ne kadar radyasyon olduğu idi.
Gördüğünüz fotoğraf videodan aldığım bir ekran görüntüsü olduğu için pek net değil ama okunan değer 5.22 μSv/h.
Yaklaşık olarak İstanbulda okuduğum değerin 25 katı kadar bir radyasyon söz konusu. Peki halen içerisinde aktif izotopların bulunduğu reaktörün 250m yakınında nasıl bu kadar az bir değer okunabiliyor?
Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz gibi etrafı tamamen özel bir malzeme ile kapatıldığı ve öncesinde de tonlarca betonla kaplandığı için. İnşa edilen bu yapı insan eliyle yapılmış en büyük demir ve beton yığınıdır.
Kazadan hemen sonra çekilen fotoğrafı da eklemek istiyorum ki karşılaştırma yapılabilesiniz.
Şimdi yandaki fotoğraftan biraz daha ayrıntılı bahsetmek istiyorum.
Bu fotoğraf Igor Fedorovich Kostin tarafından kazanın üzerinden 14 saat geçtikten sonra radyasyon seviyesini belirlemek için reaktör üzerinde uçan ilk helikopterin içinden çekildi. Fotoğrafta görünen kumlanma yüksek ASAdan dolayı değil tamamen radyoaktivitenin fotoğraf filmine etkimesinden dolayıdır. O gün 200m yükseklikte helikopterin dışında ölçtükleri radyasyon değeri 5Sv idi. Fakat daha sonra anlaşılacak ki ölçüm yaptıkları cihaz 5Sv üzerindeki radyasyonu ölçmüyordu. Ve iyiki bu fotoğraf helikopterin kapısı açık bir şekilde çekilmedi.
Güvenlik gerekçesiyle bu bölgede çok fazla kalmadık. Yaklaşık 15dk sonra tekrar otobüslere bindik ve yine çok merak ettiğim Pripyat’a doğru hareket etmeye başladık. Tabi ayrılmadan önce bir hatıra fotoğrafı da çektirmeyi ihmal etmedim.
Pripyat 1970 yılında Çernobil çalışanları için kurulmuş mikro bir şehir. Şehir öyle bir dizayn edilmişti ki, normal bir SSCB devlet memurunun elde edemeyeceği olanaklara sahipti. Harika bir hastane, okullar, spor salonları, alışveriş merkezleri, yüzme havuzları. Kısaca Çernobil nükleer santralinde çalışmak, çalışan ve ailesi için çok büyük bir ayrıcalıktı. Kimse işinden olmamak için var gücüyle çalışıyor ve nimetlerinden de faydalanıyordu. Aksi taktirde Pripyattaki dairelerini kaybedecekler ve muhtemelen kendilerini Sibiryada ücra bir yerde çalışıyor olarak bulacaklardı.
Bir zamanlar insanlar için inşaa edilmiş şehir artık radyasyona rağmen yalnız başına büyüyen ağaçların, otların ve yabani hayvanların egemenliği altında. Öyle ki şehre girer girmez bizi bir tilki karşıladı. Tabi rehberimiz Nadia onu da evcilleştirmiş. Ürkek tavırlarla olsa da hemen yanına geldi ve onun için getirmiş olduğu yiyecekleri bir güzel yedi.
Pripyat’ın bir diğer adı da hayalet şehir. Gözünüzde canlandırmanızı istiyorum, hava kararmaya başlamış, üzerinizdeki kazağa rağmen üşüyorsunuz ve görünmez katil radyasyonun pelerini olan sis tabakası yavaş yavaş şehri ele geçirmeye başlıyor.
Gerçekten de ürkütücü..
Pripyatta yaklaşık olarak bir saat zaman geçiriyoruz. Kapalı spor salonuna, yüzme havuzuna ve diğer binaların içine rahatlıkla girebiliyoruz.
Kazadan hemen önce yapımı tamamlanan ve çocukları bekleyen lunapark ise bir başka üzücü durum. Kim bilir burada kaç çocuk kahkahalar atarak eğlenecek ve akşamında yatağına mutlu bir şekilde girecekti.
Artık demir almak vakti gelmişse zamandan.
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Biz de Pripyatı meçhule giden gemiye bindirip arkasından el sallayarak bölgeden uzaklaştık.
Aynı bölgeye girişte olduğu gibi, çıkışta da kontrol noktalarında duruyoruz. Bu seferki durma nedenimiz ise bölgeden çıkabilmek için radyasyon kontrolü. İlk kontrol noktasında aracımız güvenlik görevlileri tarafından sıkı bir şekilde radyasyon kontrolünden geçirilirken bizler ise basit bir kontrolden geçiyoruz. Fakat ikinci kontrol noktasında ise bir öncekinden 5 kat daha duyarlı bir cihaz ile kontrol ediliyoruz. Burada da görüntü almak yasak olmasına rağmen arkadaşım Tosi sayesinde kontrolden geçerken fotoğraf çektirebildim.
Cihaz şu şekilde çalışıyor. Maruz kaldığınız radyasyon miktarı eğer kabul edilebilir seviyede ise kapısını açıyor ve geçişe izin veriyor. Aksi taktirde alarm çalarak kapı açılmıyor ve görevliler duruma müdahale ediyorlar. Şu ana kadar görevlilerin müdahale ettiği olay görülmemiş fakat olası bir durumda yapılacak ilk şey şu; hemen kıyafetleriniz çıkartılıyor ve sizi bir güzel çitileyerek yıkıyorlar. Ve tekrar kontrol için ölçüm yapıyorlar.
14. Gezi Yazısından Sonra Son Not
Aracımıza binip Kiev’e doğru yola çıktığımızda insan ister istemez bir muhasebe yapmak zorunda kalıyor. Bir çok yitip giden canlar, kahramanlıklar, nükleer enerji ve gelecek. Hepsini yol boyunca düşünmeden edemiyorsunuz. Kazadan bu yana tam 31 sene geçti. Bölge koruma altında. Reaktör tamamen izole edilmiş durumda. Fakat bu şekilde bırakılmayacak. Koruma altında kalan yapı sökülüp daha güvenli bir yere taşınacak. Bunu ne kadar sürede yapabilirler bilmiyorum, hiç bir fikrim yok fakat vakit kaybetmeden buraya gelmenizi çok isterim.
Uzun bir yazı oldu. Umarım sıkılmadan okumuşsunuzdur. Gezi sırasında çektiğim fotoğraflardan oluşan albüme buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yazıyı biran önce yazmak için gelir gelmez bilgisayar başına geçtim ve notlarımı aktarmaya çalıştım. Zaman içerisinde yazıyı daha da geliştirmek istiyorum. Çok fazla video çektim. Onları da ayıklayıp youtube kanalıma yükledikten sonra buraya eklemesini yapacağım. Ayrıca aklınıza takılan sorular olursa hiç çekinmeden bana denizhoca @ gmail .com adresinden ulaşabilirsiniz.